TELAFFUZ | KELİME | ANLAM |
| deep: | [isim] derinlik; koyuluk; karanlık |
| deep: | [sıfat] derin; koyu; dalgın; tok (ses); anlaşılmaz; şiddetli, ağır; pes; genişliğinde; keskin; aşırı; içten, yürekten; esrarlı; karışık; bilinçaltı |
| deep dish pie: | meyveli pay |
| deep draw: | derin çekmek |
| deep drawn: | derin çekme |
| deep lying causes: | [isim] ağır basan nedenler |
| deep rooted dislike: | derin nefret |
| deep in debt: | borca batmış |
| deep lines of care: | [isim] derin kaygı çizgileri |
| deep lobs of care: | [isim] derin kaygı çizgileri |
| deep laid schemes: | [isim] enine boyuna düşünülmüş planlar, gizli planlar |
| deep purple: | mosmor |